Silsile - Ozan Açıktan (2014)

No comment yet

Faruk'tan habersiz, birbirlerine karşı platonik bir aşk yaşayan cenk ve ece, faruk'un evinde yakınlaşırlar. bu esnada, evde 2 kişinin onları izlediğini fark ederler. kavga dövüş derken, ece adamlardan birini merdivenden aşağı iter. başından darbe alan ve durumu kritik görünen adam yerde baygın halde yatarken, ortaya adamın kardeşi çıkar ve ece abla neden bunu yaptın diyerek kaçar.

Hikaye böyle başlıyor. seyirciye "bu adamlar kim", "ece'yi nereden tanıyorlardı" sorularını sordurarak, bu merak vasıtasıyla bize 1.5 saati aşkın gereksiz, sıkıcı görüntüler topluluğu izletiyor ozan açıktan.


Karaköy civarında çöp toplayıcılığı, boyacılık gibi işler yapan mahallenin bitirim gençleri toplanıyor ve eve kavgaya gidiyorlar. tüm bunlar olurken evin ruhsatsız, kaçak olması yüzünden faruk da olaylara müdahil oluyor. gayet parıltılı başlayan, çetrefilli bir aşk filmi gibi devam edecek görünen film, pespaye bir öykü ve berbat bir hikaye kurgusuyla 1.5 saatimizi ziyan ediyor.

Filmdeki görüntüler güzel diyenler olmuş. evet reklam filmi havası veriyor. ama farkındaysanız bilet parası verdik ve reklam izlemiyoruz. ozan açıktan reklam çekmeye devam etsin. bu işler sözlükte balon pr çalışmalarıyla olmaz. güvercini sarıya boyayınca muhabbet kuşu olmuyor maalesef.


Hiç mi iyi şey yok. tardu flordun, faruk rolünde mükemmel. hani kenar mahallenin bitirimi sonradan parayı bulur. çevresine elit ve kibar görünür ama kuyruğuna basınca içindeki bıçkını ortaya çıkarır ya. benim yazarken bile betimlemekte zorlandığım bu rolü adam çatır çatır oynamış. 

Abisi komaya giren, genç rolünde aytaç uşun da inceden döktürmüş. bu filmin bana kalırsa tek işe yarar tarafı aytaç uşun gibi gelecek vaat eden bir oyuncunun yeteneklerini göstermesidir. 


Nehir erdoğan diye biri oynamış filmde. fark etmedim. filmin künyesine nehir erdoğan yerine nehir erdoğan'ın bacakları yazsınlar. zira bacaklar, nehir'in döküntü oyunculuğundan daha dikkat çekiciydi. hakkını yemeyelim, bu bacaklar da gelecek vaat ediyor. yeni filmlerde görmek isteriz

Düğün Dernek - Selçuk Aydemir (2014)

No comment yet

Bu filmle ve ekiple ilgili hiçbir şey bilmiyor olsak, herhangi bir beklentim olmazdı. fakat bu adamlar kıvrak zekaya, modern argoya ve kelime oyunlarına dayanan işler güçler'i yaptışar. öyle ki, işler güçler'in bazı bölümlerini 3 kez izleyenimiz bile olmuştur. 

sonra bu film için deniyor ki "büyük beklenti ile gitmezseniz seversiniz". filmin vasat olduğuna dair en naif söylem de bu zaten...

biz işler güçler'deki gibi ironik, sivri dilli ve zeki bir mizah beklerken karşımıza recep ivedik çıktı. sonra da bu filmi recep ivedik ile karşılaştıranlara kızıyorlar!


tüpçü fikret'in sivas otel'de çalışan kıza yaptığı tacizler, magandavari hareketler, gereksiz küfürler... hani gemide filmindeki gibi küfür filmin tabiatına uygun olsa, peki diyeceğiz. ama küfürler recep ivedik'teki banal hareketlerden farksız ve seyirci de zaten buna gülüyor. 

*tüpçü fikret kapılara çarpıyor. düşüyor.
*tüp arabasından el frenini çekmeden inip arabaya asılarak, aracı durdurmaya çalışıyor.
*yerlerde sürünüyor. halayda onun bunun üstüne düşüyor

yani türlü şaklabanlıklar yapıyor ve seyirci de cidden haykırarak gülüyor. bir de bu soytarılıklara gülmediğimiz için biz entelektüel taklidi yapan seyirci oluyormuşuz!..

seyirci kesinlikle işler güçler seyircisi değildi... 

recep ivedik 1'de osurarak cam şişeyi uçurmasından bu filmin espiri zekası arasında pek bir fark yok. ama recep ivedik, varoşlardaki lumpen kültürü temsil eden bir anti-karakter. arabada giderken gördüğümüz, camını açıp gofret kağıdını yola fırlatan, midemizi bulandıran, şehirde yaşamaktan soğutan karakter. yani gerçek bir karakteri realize ediyor. ama düğün dernek'teki karakterleri anlayamadık. iyiler mi kötüler mi? her karakter kendi içinde bir çelişkide. olaylar ve karakterler gerçek ile wonderland arasında bir yere sıkışmışlar.


yine soğuk espirilere döneyim. gelinlik dikme konusu geçiyor. boksör çetin'in annesi diker diyorlar. onun annesi kör diyorlar. bütün karakterler onun annesi kör dedikten sonra kopuyor. seyirciye bakıyorum, onlarda haykıra haykrıa gülüyor bu müthiş kör anne espirisine?!

komik espiriler var mıydı. çok az...

biri "burası çok garip bir yer oldu. sivas'ta roberto carlos ile park yeri kavgası yapar hale geldim" espirisiydi. diğeri sivas'ın nüfusu ile istanbul'daki sivaslıların nüfusunu kıyaslayan replikti. burada bir zeka var. alttan alta bir iğneleme var. bir tespit var. 


filmde görsel yönden beğendiğim sahneler vardı. murat cemcir'in ışıklar patlayarak yürüdüğü sahnenin alayişi nefisti.

ama diğer tarafta bir deve çıkıyor ortaya. bitmek bilmedi deve üzerinden yapılmaya çalışan şakalar. Bitmek bilmeyen deve sahneleri peygamber sabrı istiyordu.


Üçüncü çeyrekten sonra filmde müthiş bir hengame başladı. Biri bayılıyor, birileri ölüyor. Kavga kıyamet... Tüm bunlara konuyla pek bir alakası olmayan; sahte paralar, silahlar, kötü adamlar, dövüş sahneleri, trafik kazaları ekleniyor. ve tabi sonu gelmez bir deve muhabbeti de ısrarla devam ediyor...

Çevre esnaftan para toplamak için gittikleri sahneler, panini çıkartma kitabındaki stickerlar gibiydi. Bu skeçvari bu görüntüleri çıkartsalar, filmin hikaye örgüsünde hiçbir eksik olmazdı.


Doksanlarda pazar günleri trt'de gösterilen çocuk filmlerini hatırlayın. sürekli bir hengame, devamlı bir keşmekeş olurdu bu filmlerde. yere takılıp düşen adamlarla çocukları güldürmeye çalışırlardı. düğün dernek'te de bu şekilde. bu tip düşük iq'lu sahnelerle espiri çıkarma gayesi içindeydiler. espiri çıkmıyor, espiri imbikle damıtılıyor. damla damla geliyor işte yukarda saydıklarım gibi.

son bölümde bir de crossdresser muhabbeti girdi işin içine tam oldu!..


hikayede ilginç mantık hataları da mevcuttu. misal, filmin başında öğrencileriyle yürüyen köy öğretmeni saffet sevilmediği için arabaya alınmamıştı. camideki davranışlarıyla, muhalif ve antipatik gösterilmişti. Fakat zamanla filmin ana kadrosunun içinde çekirdek bir karakter olduğunu ortaya çıktı. ee öyleyse bu adamı filmin başında neden antipatik biri gibi tanıtıldı?


havada kalan, filmin devamlılığı için önem arz etmeyen sahneler de var. yurtdışından yaşadığını öğrendiğimiz tarık'ın ağzından istanbul'da yaşadığını kaçırması mesela. bu sahnenin filme hiçbir katkısı yok. üstelik bu yalan, oğulları için seferber olan o naif telaşın da güzel havasını bozdu.

tüm bunların yanında bir de "sünnet" diyerek öykünün devamının gelecek olması... 

yazık. selçuk aydemir'den çalgı çengi 2'yi bekledik. gelmedi. niye gelmedi acaba? benim kendi fikrim, çalgı çengi 2 için beklentinin çok yükselmiş olması. bu yüksek beklentiyi karşılayacak bir senaryo ilhamı gelmemiş olabilir. bunun yerine böyle bir köy parodisi çekmeyi tercih etti. hani köy parodisi pek yapılmamış bir şey ya. bazı arkadaşların dediği gibi büyük beklentilerle gelmeyelim istemişler sanırım. 

ben büyük beklentiyle gitmedim. ama bu kadar kalitesiz bir mizah göreceğimi de hayal etmemiştim. izlediğim sadece isteneni tam olarak yerine getiren ahmet kural ve mükemmel slapstick mizah yeteneğiydi. 

filmin zekası, maskeli beşler'in bir adım önündeydi. bir komedi filmini diğer filmlerden ayırmak lazım. insanlar etkileyici planlar, doğru kurgu vs beklemiyor. insanların bir komedi filminden beklentileri; iyi bir öykü, güzel şakalar ve gülmek. o yüzden diğer tüm ögeler kuvvetli bile olsa böyle soytarılıktan, kavga-gürültüden komedi elde etmeye çalışan bir film benim gözümde kötü bir filmdir. işler güçler ekibine de hiç yakışmadı.

salonlar full çekiyor. bu filmde iyi bir hasılat elde ettiler. umarım bu kazançla işler güçler zekasında veya çalgı çengi muzipliğinde yeni bir yapım yaparlar. o zaman entelektüel dediğiniz bizler de eskisi gibi güleriz. gözü dönmüş çılgınlar gibi aynı filmi 8-9 kez izleriz.

Gözümün Nuru - H. Kurtuluş & M. Saraçoğlu (2013)

No comment yet

Kurmaca belgesel denebilecek film, gözle ilgili kritik bir hastalık sürecini anlatıyor. 

Ciddi bir hastalığın; insanı işe yaramaz biri haline getirdiğini, ailesine de hasta kadar acı yaşattığını göstermek istemişler. özellikle sol gözdeki karanlık alanın sağ göze doğru ilerlediği sahne, bunu vurgulayan en önemli sahneydi.


Melik saraçoğlu, "keşke ışığa bakmasaydım o zaman böyle olmazdı" diyerek filmin başka bir noktasına daha parmak basmış. yani seyircinin temel karakterle özdeşleşerek, sağlıklıyken değerini anlamadığı sağlığının önemini vurgulamış.

Buraya kadar yazdıklarım kulağa hoş geliyor. pişmanlıklar, yoksunluk ve yaşanan hüzünler üzerinden sağlığın önemini vurgulayan son derece orijinal bir yapımla karşılaşacağınızı düşünüyor olabilirsiniz.

Fakat ortaya çakan film; bir fikrin yaratıcı olmasından ziyade, onu somutlaştıracak yeteneğe sahip olmanın önemini ortaya koyuyor.

Körlük sürecinin içine girmiş melik saraçoğlu'nun yaşadıklarını anlamak, onun dünyasına girmek istiyoruz. fakat film o kadar yavan ve sıkıcı bir dille kotarılmış ki, melik'in dünyasına bir türlü giremiyoruz. göze neşter vurulan, üzerinde göz olan pastanın kesildiği, dedesinin melik'e gazete okuduğu, annesinin havuç soyduğu sahneler, hasta bir insanın dünyasına girmemiz için yeterli değil. hele göze neşter vurma sahnesi bunlarının içinde en anlamsız olanıydı. bu şekilde baş karakter ile özdeşleşmekten ziyade daha da uzaklaştık.


Ppm mertebesinde mizah kullanılmış. filmi komik bulan oldu mu bilmiyorum. komik değil. aksine mizah dili, küstah ve zeka düzeyi düşük.



Körlük sürecinin içine girmiş melik saraçoğlu'nun yaşadıklarını anlamak, onun dünyasına girmek istiyoruz. fakat film o kadar yavan ve sıkıcı bir dille kotarılmış ki, melik'in dünyasına bir türlü giremiyoruz. göze neşter vurulan, üzerinde göz olan pastanın kesildiği, dedesinin melik'e gazete okuduğu, annesinin havuç soyduğu sahneler, hasta bir insanın dünyasına girmemiz için yeterli değil. hele göze neşter vurma sahnesi bunlarının içinde en anlamsız olanıydı. bu şekilde baş karakter ile özdeşleşmekten ziyade daha da uzaklaştık.

Ppm mertebesinde mizah kullanılmış. filmi komik bulan oldu mu bilmiyorum. komik değil. aksine mizah dili, küstah ve zeka düzeyi düşük.


Sinema çevrelerini eleştirmeye çalışmışlar. prodüktöre "ben daha az para harcarım" diyen bir yönetmen neyi eleştirmiş oluyor? bence hiçbir şeyi. çünkü dünyanın her yerinde prodüktör aslında tüccardır. ancak daha çok para kazandırma ihtimalin varsa daha geniş bütçelere sahip olabilirsin. bahsettiğim eleştirileri yapmaya çalıştığı "yatakta emekleme sahnesinin" fiziği iyiydi ama eleştirdiği şeyin ifade ettiği şey anlamsız olduğu için kimyası bozuktu.


En rahatsız olduğum sahne ise; komedinin dozajını ayarlayamayıp, kötü bir gafa imza attığı hasta ziyareti sahnesiydi. hasta olduğu için eve gelen komşular ve aile dostlarına bakış açısı son derece sevimsizdi. tüm bu ziyaretleri, "mecburiyetten yapılan şeyler" veya "çay-pasta yemek, geyik yapmak için geliyorlar" diye küçümsemek, alay etmek ciddi bir gaftan başka bir şey değildi. espiri yapmaya çalışırken hakaret eden arkadaşınızı düşünün. bu bölüm ondan pek farklı değildi. 


Ağlayan, üzülen aile bireyleriyle ajitasyona maruz kalmak yerine, melik saraçoğlu'nun hastalığına odaklanacağımızı düşünmüştüm. kısıtlanmış bir insanın dünyasını daha derin bir çerçeveden izlemek isterdim. fakat gözümün nuru'nda, mariana çukuru beklerken sığ bir denizle karşılaştım.

Üstelik tüm bunları, hem duygusal ajitasyonla, hem de mizah unsuru adı altında son derece nadan bir dille yapınca filme dair tüm görüşlerim değişti.


Evet sinema bir aşktır. ahmet uluçay gibi insanlar bu işin eğitimini dahi almadan; köylerde, primitif şartlar altında hayallerini gerçeğe dönüştürürler. bizi yarattıkları hayal dünyasının içine hapsederler.

Bazıları da sinema okumaya ve bu işe aşık olduklarına kendilerini inandırmaya devam ederler. okumak da bir yere kadar. sinema yetenek işidir. "ben bu işin okulunu okudum, eğitimime yazık olacak" diye üzülmeye hiç gerek yokmuş. bu filmin bize verdiği en önemli ana fikir; her zaman söylendiği gibi; sanatta yeteneğin, eğitimden çok daha önemli olduğu...

Kaybedenler Kulübü - Tolga Örnek (2011)

1 comment

Filmi neredeyse hepiniz izlediniz. Şimdi burada konusunu anlatıp, baymaya gerek yok. Filmin önemli sahnelerinden birini inceleyelim.

Zeynep ve Kaan...

Müthiş başlayan aşkları artık sona doğru yaklaşmaktadır. Kaan'ın sıradışı bir adam olması. Zeynep'in, artık O'nun sıradışı bir adam olmasını istememesi...İlişkinin dibine kibrit suyu döken işte budur.

Benim de anlamadığım da bu zaten. Bir kadın, erkeğe; o kendine has davranışları, farklılıkları için aşık olur. Fakat sonra onu değiştirmek ister. Bu filmde mi söylüyordu yoksa başka bir Türk filminde mi? Tam emin değilim.

Fakat Kadınlar, Erkeklere kendileri gibi oldukları için aşık oluyorlar. Fakat sonra onlardan davranışlarını değiştirmelerini ve onların istedikleri gibi olmalarını bekliyorlar. İşte tüm Erkekler gibi ben de bunu çok saçma buluyorum. Zeynep'in istediği sadece düzenli bir hayat değildi. Kaan gibi olmamasıydı. Aşık olduğu adamın artık kendisi gibi olmasını istememesiydi.

Zeynep, "Gitme dersen gitmem" derken, aslında Kaan'dan gitme demesinden daha fazlasını bekliyor.

Aslında şimdi düşünüyorum da; bir erkeği gerçekten seven bir kadın, gitme dersen gitmem gibi bir lafı asla etmez. Zaten bu gitme kararını almış olması, bu soruyu sormuş olması bile aslında ilişkinin bittiğini göstermez mi???

Sonra diyorlar ki; "cevap bile vermedi odun!"

Ha bir de verseydi!!.

Aaahh Belinda - Atıf Yılmaz (1986)

No comment yet

Barış Pirhasan'ın senaryosunu yazdığı David Lynch filmleri tadında bir Atıf Yılmaz filmi. Senaryosuyla, kurgusuyla, müzikleriyle gizemli ve gerilimli atmosferinden bir dakika bile ödün vermeyen film; finalde hınzır bir sahneyle kapanışı yapıyor.

Filmi eskiler, Show TV'nin ilk kurulduğu yıllardan çok iyi hatırlayacaktır. Fragmanlarında bile bu devasa şampuan şişesinin olduğu sahneler verilirdi...

Bizim Büyük Çaresizliğimiz - Seyfi Teoman (2011)

1 comment

Seyfi Teoman'ın Tatil Kitabı'ndan 3 yıl sonra gelen 2. filmi; Bizim Büyük Çaresizliğimiz'de iki kankanın bayık öyküsü anlatılıyordu. 

Dostumuzu ne kadar çok seversek sevelim; ona dair hep gizli bir fikrimiz, içten içe bir eleştirimiz vardır. Bunu hep kendimize saklarız. Fakat kuyruğumuza basıldığında o üstü örtülü fikirlerimiz bir anda ortaya çıkar...

Türev - Ulaş İnaç (2005)

No comment yet

Türev, dogme stiline göz kırpan, sıradışı bir film. Fakat bazılarına göre hiç de yenilikçi olmayan, ucuz bir fikirden türemiş bir yapım. Ben, ilk grupta yer alıyorum. 6 kez izlemiş biri olarak her seferinde keyif aldığımı söylemeliyim.

Filmin en ilginç bölümlerinden biri; iki erkekten en akıl vericisi, en gevezesi olan Kerem'in, Nazım'a patlattığı aforizmalardır elbette...